Legend Of Magic
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap



Legend Of Magic'e hoşgeldiniz! Sizleri aramızda görmekten çok memnunuz. Sitemiz bilindiği gibi bir rol oyunu sitesidir. Karakterinizi yaratmanızın ardından aramızda rol oyunu yapabilirsiniz. Sitemizin kurgusu ve sistemleri tarafımızca hazırlanmıştır. Her türlü sorununuzda bize ulaşmanız ve eğlenceli dakikalar geçirmeniz dileği ile.

LoM Yönetimi Sihirli Günler Diler.



















Stradlin Gf1k Stradlin Puff1a Stradlin Claw1-1 Stradlin Sly1-1

00 | 00 | 00 | 00





 

 Stradlin

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Shaquila Stradlin
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf



Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 04/12/10

Stradlin Empty
MesajKonu: Stradlin   Stradlin EmptyC.tesi Ara. 04, 2010 7:33 pm

Akşam semasında belirmeye başlamış hafif çizgili karaltılara bakıyorum. Gökyüzünü oluşturan her bir molekül bunlar. Hafif bir rüzgar belki. Ama benim için, yer yüzeyiyle yüz seksen derece açı yapmış birer tabakadan ibaret. Ben de öyleyim. Zar gibi tabakalardan oluşmuş. Çok katlı düğün pastası gibi. Parmaklarımı gökyüzünde gezdirdiğimde, o katmanları hissediyorum sanki. Çok kalın bir kitabın sayfaları gibi açılıyorlar. Bazı zamanlar, çok ilginç bir şey görüyorum bunu yaptığımda; o sayfaları ayırıp havanın ötesini gördüğümü fark ediyorum. Bu üç boyutlu animasyon gösterisini yırtıp, gerçek karanlığı görüyorum. Orası parmaklarımı üşüttüğünden, çekiveriyorum parmaklarımı sayfaların arasından. Sayfa kapanıyor. Bense, en az o soğuk kadar nahoş olan yapmacık hayatıma dönüyorum.
Elimdeki defter sayfaları etrafa saçılırken, içten bir of çektim. O gün, onuncu defa yaşamıştım sanırım bunu. İlham peşinde gezindiğim o iğrenç parkta, yerlerde gezinen kağıtlarımı avuçlamaktan iğreniyordum. Her birini kırmızı klasörüme tıkıştırmaya çalıştıkça, yarım yamalak denemelerim ya buruşuyor, ya da kendilerini asice esintiye bırakıyorlardı. Eve dönmeyi göze alamıyordum. O boğucu, "yuva" kavramından yoksun taş yığınında bir şeyler karalamam bile mucize oluyordu. Bense yazmalıydım. Açlıktan ağzım kokuyordu. Cebimdeki azıcık parayı da boktan bir tükenmez kaleme vermiştim. Para üstü aldığım tek bir tane madeni parayı da dilek havuzu gibi bir saçmalığa atmıştım. Bunu yapmamın nedeni, kendime sanatçı ruhlu olduğumu kanıtlama çabam olsa gerek. Yoksa, o paraya gerçekten ihtiyacım olduğunun bilincindeydim. Beş kuruşum olmadan ve karnımdaki gurultular eşliğinde, yazmak güç oluyordu. Bu yüzden klasörümü koltuğumun altına sıkıştırıp, parkın çıkış yoluna doğru ilerlemeye başladım. Parkı yarılayınca, insanlar görünmeye başladı. Bana göre çekilmez bu kış sabahını, insanlar değerlendiriyordu anlaşılan. Soluğumu üflediğimde, havada komik şekiller çıkıyordu; ancak güneş, çoğunlukla yağmurlu olan memleketim insanını kendine çekmiş olacaktı. Onların bu çok neşeli haline katlanamayacağımdan, adımlarımı hızlandırıp çıktım dışarı.
Paris aşk kenti derler. Hayır, ben öyle düşünmezdim. Zira bir aşkını görmedim. Hayır, inanın ki üç gözüm yok. Çok da çirkin sayılmam. Ama ben farklı şeylere bakarım. Eiffel ya da Notre Dame'dan uzak köşelerde kalmış arka sokaklardaki çöp kutuları. Onlar da bok kokuyor. O zaman Paris'in alelade bir kentten ne farkı kaldı? Çöpleri parfüm kokmuyorsa, aşk yoktur.

Bu yazdığım saçmalıkları kimsenin alacağını düşünmüyordum. Ama mecburdum. Yoksa Renton ne yapardı? Ah, Renton... Şu an bu halde olmamın tek nedeni de oydu zaten. Biricik aşkımın son nefesinde, rahat bir yastıkta olabilmesini sağlamak. Yazdıklarım yalandı. Paris'te aşk vardı. Hem de büyü gibi. Tabi çöpler konusundaki gerçeği sorgulamak kimin haddine! Ama Renton... O hep dupduru sular gibi kokardı. Hasta yatağının beyaz çarşafı kadar solgun benizi hep parıldardı bana. Yumuşacık teni, beni gördüğünde oluşturduğu gülücükle kırışırdı. Ben de ona daima bakacaktım. Hep. Önceden yazdığım bir dergide tanışmıştık onunla. Dillere destan bir tanışma değildi, hayır. Fotokopi odasında karşılaşıp sevişmemiştik. Fotoğrafçıydı. Ofise ilk gelişinde kısa bir sohbette bulunmuştuk. Daha sonrası doğal sevgililik süreci... Ve ardından hastalığı ortaya çıktı. Kanserle yüz yüze gelmek için çok gençti, ama yukarıdaki bunu takmamış olacaktı. İşte bu yüzden ona inanmıyorum.Geçirdiğimiz onca zor güne rağmen, hala ayaktaydı. Ona bakabilmek için işten ayrılmak zorunda kalmıştım; tam gün çalışıyordum ve Renton'ın bana ihtiyacı vardı. Aslında biraz kaliteli yemekler için paraya da ihtiyacı vardı; ama ben olayın duygusal cephesinden bakmayı kendime görev edinmiştim. Stüdyo tipi ufak dairemizde devamlı yatıyordu. Beynindeki tümör denge merkezini altüst etmişti. Birkaç ay önce, yürürken farkında olmadan sola doğru yanaştığını söylemişti. Sola çekiyorsun, diye alay etmiştim onla. Oysa nedeni bambaşkaymış. İşte bu yüzden, yemekten çok bana ihtiyacı var. Belini bile doğrultamadığı bu günlerde, sadece tutacak bir el istediğinden eminim.
Dudaklarımdan sarkan bitmiş sigarayı kaldırıma attım ve adımlarımı hızlandırarak yolun karşısına geçtim. Gittiğim yer oldukça az şatafatlı bir mizah dergisinin köhne yeriydi. İkinci kattaydı. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde, yüzüme vuran sigara kokusuyla hafiften afalladım. Çevreyi buğulu da olsa görmeye başladığımda, keş tipli bir yazardan başka kimseyi göremedim. Parlak masa ışığının altına eğilmiş, yumruk gibi eliyle bir şeyler karalıyordu. Yanına yanaşıp, dikkatini dağıtmamak adına fısıltıyla sordum;"Adrien Foss'u nerede bulabilirim?" Kafasını kaldırınca, upuzun sakalı ve kanlanmış gözleriyle karşılaştım. Geri çekilme isteği duyduysam da, bu kesinlikle görgü kurallarına aykırı olurdu. Başıyla, daha önce fark etmediğim ufak bir kapıyı işaret etti. Teşekkür manasında gülümseyerek, o kapıya yöneldim.
İçeri girdiğimde, daha ferah bir ortamla karşılaşmıştım. Pencereler sonuna dek açık, içerisi aydınlıktı. Odanın boyutuna kıyasla hayli büyük bir masanın başında, masa gibi yapılı bir adam oturuyordu. Mavi gözleri ve delici bir bakışı vardı. Telefonla konuşuyordu. "Tazminat falan vermeyeceğim. 2 haftadır köşende bir çizik bile yok." Sustu. Karşıdakinin öfkeli sesi garip homurtular halinde bana ulaşıyordu. "Aç tabi. Kazanabileceğini falan da düşünme. Donuna kadar soyulacaksın." Ardından karşı taraf telefonu kapattı. Adrien Foss'un surat ifadesi öyle hızlı dğeişti ki, kaşlarımın havalanmasına engel olamadım. Yüzüne bir anda, babacan ve sevgi dolu bir ifade oturmuştu ve gözleri üzerimdeydi. Acaba karnımı delip arkamdaki kapıyı görebiliyor muydu?"Ben Willow Gates, telefonda görüşmüştük. Yazılarımla ilgilenebileceğinizi..." "Hatırladım tatlım, evet. Okumak istiyorum yazdıklarını."Hoş bir karşılama sayılabilirdi. Ben deri koltuğa yerleşip klasörümü uzattım, o da yazdıklarıma gömüldü. Ben de çevreyi incelemeye başladım. Ufak detaylardan hoşlanırdım. Pencereye iliştirilmiş ufak, rengi solmuş rüzgar gülünü çok sevdim. Odada birçok bitki vardı, ancak çoğu kurumuştu. Eğer kabul edilirsem bu bitkilerin hepsini elden geçirebilir, yeniden can verebilirdim. Yer halıyla kaplıydı, ancak yer yer sökülmüştü. Büyük masanın yarısını fotoğraflar kaplıyordu; Foss'un aile fotoğrafları. Sarı bukleli saçlı, ufak iki kızı; bir de ergen oğlu olmalıydı. Çok bakımlı ama göz çevresi hafifçe kırışmış, yüzünden hamaratlık akan da bir eş. Ne mutlu bir aileydi. İşine son verdiği yazarlardan tırtıkladığı mangırlarla bu mutluluğu sağlıyorsa uzun sürmez, diye düşündüm."Çok karamsar." dedi aniden. Anlayamamıştım. Çiçeklerden falan mı bahsetmemi bekliyordu? Afallamış halde yüzüne bakmaya devam ettim. Bu benim için doyurucu bir yorum sayılmazdı. "Paris, hükümet, savaşlar... Çok sivri dilli bir yaklaşım içindesin. Zaten dikkatler üzerimizde. Bir de bu şekilde tepki çekmek istemiyorum." Duraksadı. "Özellikle de senin Fransız olmadığın düşünülürse..." Gözlerim iri iri açılmıştı. Para avcısının bana söyledikleri, ağır gelmişti. Hızla yerimden kalkıp, klasörümü önünden çektim. "Seni pis faşist."
***
Evin kapısını açtığımda, televizyonun hışırtısı dışında başka ses yoktu. Renton'ın uyuyor olduğunu düşünerek, adımlarımı çok hafif tutmaya çabaladım. Salona geldiğimde uyumadığını görünce, hemen sarıldım ona. Gün gibi gülümsedi yine. Dudaklarına minik öpücükler kondurdum. Neden sonra televizyona baktım. Karıncalıydı. Anten, dünkü fırtına nedeniyle yön değiştirmiş olmalıydı. Bunu daha sonra hallederdim. Kanepenin kenarından kalkıp, salonun mutfak için ayırdığımız bölümüne doğru yürüdüm. "Ne yaptın bugün?" diye sordum, tabağa hazır çorba tozu dökerken. "Televizyon izliyorum işte." dedi. O anda öylesine bocaladım ki, tas yere düşüp paramparça oldu. Hemen yanına koşup ona sarıldım. Başımı boynuna gömüp, gözyaşlarımı hıçkırmadan akıttım. Bu ani tepkime anlam verememişti. Beni omuzlarımdan tutup gözlerinin hizasına getirdi. Elimin tersiyle, gözyaşlarımı sildim. "Televizyonda görüntü yok." O an gözlerini yumup birkaç saniye durdu. İçinden kendine küfrettiğinden emindim. Yine de, dudaklarında acı bir gülümsemeyle mırıldandı. "Hadi ya."Kanserin gözlerine vuracağını tahmin ediyordum. Daha doğrusu doktorlar öyle söylemişti. Ama bu denli hızlı olması canımı yakmıştı. Hem de bana hiç belli etmemesi... Kendimi suçlu hissediyordum. Son zamanlarda çok bitkindi, ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Şu an banyoda yüzümü yıkarken bile, ölebilirdi. Yanından hiç ayrılmamalıydım. Son nefesinde, o boğucu karanlığa gömüldüğü anda yanında olmalıydım.Yanına gittiğimde inliyordu. Boncuk boncuk terlemişti. Dişleri birbirine çarpıyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Karşıdaki eski kanepeden yün battaniyeyi alıp üstüne örttüm. Gözleri yarı kapalı olduğu halde, gözleri bende kilitliydi. "Biliyor musun..." dedi çatallı çıkan sesiyle. "Seni çok net görebiliyorum. Sadece seni." Hıçkırıklarıma engel olamadım. Elimden kayıp giden Renton'uma bakakalmıştım. Ölüyordu. Dudaklarındaki o piç gülümsemesiyle, ölüyordu. Kollarımı ona dolamıştım. Başımı göğsüne koymuştum. Ruhu, adaletsiz Tanrı'ya doğru uçarken, bedenini sıkı sıkıya kavramıştım. Benden bir parçaymış gibi.
Paris aşk şehri. Nihayet kabul ettim. Ama sonsuz aşk, yok. Paris'te koyulan noktalarsa, en acısı. Paris'te son nefes, çok acı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ruidoso de'Maréa
Müdür Yardımcısı & SYB Profesörü
Müdür Yardımcısı & SYB Profesörü
Ruidoso de'Maréa


Mesaj Sayısı : 153
Kayıt tarihi : 13/11/10

Stradlin Empty
MesajKonu: Geri: Stradlin   Stradlin EmptyC.tesi Ara. 04, 2010 7:59 pm

Seviyeniz Efsane

İyi Eğlenceler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Stradlin
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Legend Of Magic :: Başlangıç :: Rol Oyunu :: 
Seviye Alımı
-
Buraya geçin: