Chloe Châtillon Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 23 Kayıt tarihi : 19/11/10 Taraf : Wayfarer.
| Konu: Carlie, written in the stars. Cuma Kas. 19, 2010 7:52 pm | |
| - Spoiler:
Gözleriyle Gryffindor masasının üzerine sıralı olan yiyecekleri izliyordu. Sanki yeni bir hobiydi. Uzun ve eğlenceli bir tatil olmuştu. Artık başlayan derslerin yorgunluğunu hissedeceklerdi ama bunu yanında her zamankinden fazla eğleneceklerdi. Daha bir kaç gün önce bulundukları kampı hatırladığında gülümsedi. Ama dostlarından ayrı kaldığı dakikalar bile onun canını yeterince çok sıkıyordu ve tabikii dünya üzerinde kalbini ilk kez kaptırdığı çocuktan ayrı kaldığı dakikalar. Çatalını önündeki hellim peynirinin üzerine sapladı. Arkasında duran bir şeyler hissediyordu ve duygu çok yoğundu. Lydia'nın sinsi gülüşü üzerine tek kaşını yay gibi havaya kaldırdıktan sonra arkasına döndü. Dağınık ve bronz renkli saçlarıyla Thomas Richardson genç cadının karşısında büyülenmiş bir biçimde duruyordu. Başını eğip Carlie'nin pembe, hafif dolgun dudaklarına sevgi dolu bir öpücük kondurdu. "Günaydın prenses. Ve diğer herkese de günaydın." dedi balkabağı suyundan bir yudum alırken. "Günaydın." Melodik sesine mutluluğunu çok kolay bir biçimde yansıtmıştı cadı. Kaşığının batırılı olduğu küçük dilim peyniri ağzına attı ve gevelemeye başladı. Şimdi hepsi beraberdiler ve mutluydular. Masada gülümseyebildiği herkese bakıp gülümsedi. Dünya uğultulara boğulmuştu sanki. Thomas'ın sıcak eli, Carlie'nin buz kesmiş elini tuttu. Carlie önce durumu idrak edemesede Thomas'ın sözleri onu kendine getirmişti. Bu tutuş hem buz kesmiş bedenini -bu havada (!)- ısıtmış, hemde ilgisini daha çok toparlayabilmesini sağlamıştı. Thomas diğerlerine bir şeyler söylerken cadı, genç büyücü sevgilisinin yüzüne özlemle bakıyordu. Ardından aralarına katılan Lil'e doğru sokuldu. Lydia ise hala bulunduğu yerde oturuyordu. Thomas'tan bir kaç saniyeliğine elini kaçırıp karşı tarafında oturan Lydia'ya elini uzattı ve karşıdan karşıya çekiştirmeye çalıştı. "Hadi ama!" diye sızlandı Carlie, Lydia hala yerinden kalkmamışken. "Lydia hadi! Davetiye bekliyorsan bir çığırtkan seni birazdan bulacak sonra davetiye beklerken kulaklarına kaybeden cadı olarak tarihe geçeceksin." Eli bir anlığına boşta kalmış olan Thomas'ın elini tekrar tuttu ve boşta kalan eliyle Lydia'ya doğru bir kuş uçuyorcasına hareket ettirdi elini. Lydia hala balkabağı suyunu bitirmemiş bir şekilde Carlie'ye masum masum bakarken, Carlie bir ayağını yere vurmayıp, tepinmeye başlamamak için kendini zor sıkıyordu. "Odette, geliyor musun? Yoksa Lyd'e kalıpta geç kalmayı mı yeğlersin?" Thomas, Carlie'nin yüzüne bakıp kahkahalar atmamak için kendini tutarken, Carlie, Odette'in sen git biz geliriz bakışına maruz kaldıktan sonra Lilith'i hafifçe ittirmeye başladı. Dersliğe doğru attığı her adımda altın sarısı saçları her yana savruluyordu. Bir eliyle saçlarını yan tarafında topladı. Öğrencilerin bir kapı önünde azalmaya başlaması o derslikte içeride toplandıklarının göstergesiydi. "Aslında girmeye korkuyorum." diye fısıldadı Lilith'in kulağına doğru. Ama adımını atmak zorunda kalmıştı.
İçeriye girmesiyle Thomas'ın Carlie'nin elini sıkması bir olmuştu. Kapı tüm öğrencilerin girdiğinden emin olduğunda kapanmıştı çünkü. Carlie, Thomas'ın ben yanındayım diye güven veren el sıkışı üzerine gerginliğini üzerinden atarak gülümsedi. Tamamen boşaltılmış sınıf içini rahatlatmıyordu. Özelliklede sınıfa yerleştirilmiş iki heykel onun içini karartıyordu. Bunlar sıradan bir heykeltraşın eseri olan heykeller değillerdi. Melektiler. Neresinden bakılırsa bakılsın, baktıkları veya dönük oldukları yön değişmeyen melek heykelleriydiler. Bir pastanın eş parçaları gibi olan altı kapı cadının içine bir kurt daha düşürmüştü. Tekrar heykelleri döndü. Yüz ifadeleri değişiyordu. Bir tarafı gülümsüyor ve etrafını mutlu ediyor gibiydi. Bir tarafı ise masum bir bakış fırlattıktan sonra sinsi bir sırıtışla masumluğunu yok ediyor gibiydi. Net bir şey asla yoktu. "Şunu gördün mü?" dedi Thomas'a endişe içinde bakarak. Meleklerden masum bakıp, ifadesini sinsice sırıtan bir şeytana çeviren, sanki ona göz kırpmıştı. Tekrar ürperdi cadı. Melekler her ne kadar ürkütücülüklerini korusalarda iki yüzleride şeytan değildi elbette.
Etrafta daha önce duymadığı uğultuları yeni farketmeye başlamıştı. Gitgide derinleşiyordu sesler. Her uğultu birbirini kovalıyordu. Sonra gelen bir tok sesi ve konuşmaya başlayan kalın sesli bir adam her şeyi bozdu. Carlie sanki bunu bekliyorcasına yavaşça adama doğru döndü. Şimdiden Zosia'yı özlediğini farketti. Bu adamda itici olan bir şeyler vardı. Hemde çok itici. Profesör kötü bakışlarıyla öğrencileri süzerken Carlie başını cesur bir biçimde havaya kaldırmış adama dik dik bakıyordu. Sanki anlattığı her şeyle öğrencilerin ürkmesini başardığını düşünüpte, bu ürkmelerden aldığı enerjiyle eğleniyordu. "İki yüzlü melekler aslında tam da sizi anlatıyor benim küçük şeytanlarım." Sanki her an eline bir bıçak alıp tüm öğrencilere saldıracakmış gibi bakıyordu. "Bu adam bizi ne sanıyor, cehennem zebanisi falan mı? Harika o da baş şeytan zaten!" Sesi beklenenden yüksek çıkmıştı belkide, Lilith'in dürtmesiyle tekrar cici kız olmaya karar verdi. Carlie sadece yakın dostu Kerim'e karşı şımarık ama cici kız modunda olabilirdi. Onun dışında başka yerde bu durum geçemezdi ve burada da aynı şekilde olacak, Carlie cici kız moduna geçiş yapacaktı. Adamın her bir kelimesi sanki kılıç gibiydi. Keskin ve acımasız. Ama yinede şurada biri ona bir Avada çekse tahtalı köyü boylardı. Profesörün ağzından Tristan ismi çıktığında Carlie her şeyi unutup neler olacağına daha çok odaklanmaya başladı. Bunlar kesin birileriyle anlaşmışladı. Asasının cübbesinin içinde olup olmadığını kontrol etti. Düz, uzun ve esnek cismi cebinde hissettiğinde içi birazda olsa rahatlamıştı. Diğerlerine uyarak melek heykellerinin etrafında daire oluşmasına katkıda bulunmuş, yerini almıştı. Herkes yerleştiği anda Profesörün yüzünde oluşan gülümsemenin sahteliğini anlamak zor olmamıştı. Tam karşısında olan Daphné'ye bakıp dikkatini kontrol etti. Arkadaşlarınında dikkatle Profesörün ne yapacağını izlediklerini biliyordu. Her ihtimale karşı kendini hazırlamıştı. Söyleyeceği büyülü sözcükler ve asasına ulaşacak olan el hazırdı. Tristan'a ve tekrar Profesöre bir daha baktı. Acaba bu işin sonu nereye varacaktı? Sonunda ölüm yoktu... - Spoiler:
... Bir, iki, üç... Bir, iki, üç... Bir, iki, üç! Saymak, bu merdivenleri çıkmanın en çekilir yoluydu belki de. Aslında Astronomi dersine girecek olmak bile çekilir kılıyordu ya, neyse. "Thomas, beni öldürecek." diye mırıldandı dersliğin kapısından adımını atmadan, en yakın dostuna doğru. Lil, Odette ve diğerleri o kadar yorgun ve bitkin görünüyorlardı ki, Carlie onları daha fazla acele edin diyen bakışlarıyla yormak istemeden, gözlerini dersliğe kaydırdı.
Ağzı bir karış açık halde içeriye geçti. Nereye bakacağını şaşırmıştı. Başı içerideki muhteşemlikten dolayı gerçekten dönüyordu. Safirin daha açık tonundaki gözlerini iri iri açtı. Hala bulunduğu yerde dikili kalmış, sınıfın içindeki hangi muhteşemliğe bakacağını tartıyordu. Bir yanda adonis heykeli gibi duran bir varlık vardı. Gülümseyince yüzünde beliren çarpraz ifadede kendini kaybeden kızların gözlerini oymak istiyordu Carlie. Aslında sevgilisi şu Atalante'ydi değil mi? Neler saçmalıyordu! Merlin aşkına, Thomas'ı her şeyden çok seviyordu ve hayır, Profesöre asılmıyordu. Sadece masum bir beğeniydi. Beynini dağıtmak istercesine kafasını Brian Decalione'den, duvardaki sönük yıldızlara çevirdi. Sönük olmaları, farkedilmez oldukları anlamına gelmiyordu. Birer sanat eseri gibi görünüyorlardı. Oldum olası Astronomi dersi genç cadı için en önemli ders olmuştu. Yıldızları seviyordu. Onda çağrıştırdıkları anlamları, gökyüzünün birer süsü olmalarını, bir gün onlara daha yakın olma düşüncesini seviyordu. Lydia'nın, Carlie'yi sarhoşluğundan arındarmak istercesine dürtmesi üzerine kız irkildi. Bakışları yuvarlak biçimde döşenmiş olan sıralara kaydı. Profesörü rahatça dinleyebileceği ve rahatça görebileceği bir yere kuruldu. Lydia ise çoktan Carlie'nin en yakınındaki sıraya oturmuştu. İçeriye giren Lil ve Odette'e el sallamayı düşündükten sonra vazgeçip önündeki sıranın üzerine baktı. 'Macte animo! Generose puer, sic itur ad astra' Minik parlak yıldızlar her sıranın üzerine aynı yazıyı yazmışlardı. Parlıyorlardı, daha çok parlıyorlardı. Işıklarını hafifçe kaybedip, tekrar parlamaya başlıyorlardı. Latince bir deyiş olan bu sözü daha önce duyduğunu farketti. Ellerini yıldızların üzerinde gezdirirken, gümüş bir hançeri hissetti parmakları. Daha çok hissetmek için eline aldığında hançeri, ürperdi. Başını yavaşça Profesöre doğru kaldırıp dinlemeye başladı.
Hançeri ile parmağında küçük bir kesik açıp, kanının çıkmasını sağlayacaktı. Tekrar irkildi. Kendi kanını görünce bayılan bir cadıydı o. Gözlerini sıkıca kapattı ve bunu Lydia'nın yapmasını isteyerek dudaklarını birbirine kenetleyip, elini en yakın dostuna uzattı. Bıçak işaret parmağında bir delik açtığında, etraf sanki birden yanmaya başlamıştı. Gözlerini hafifçe açtı. Sadece en parlak yıldızı bulabileceği şekilde ve en çok ışık saçan yıldızı bulduğunda aceleyle kan akan parmağını yıldızın üzerine bastırdı. Parlak yıldız şimdi etrafa kırmızı bir renk saçıyordu. Bütünleşmiş hissediyordu. Yıldızı tüm damarlarındaki kanda hissedebiliyordu. Gözlerini tamamen açtı. Etrafı düşünecek hali yoktu. Sadece yıldızın kendisinin olduğunu farkediyordu. Evcil bir hayvan alındığında senin olduğunu bilmen gibi bir şey değildi bu. Daha derin ve içten bir bağdı. Sonra her şey değişmeye başladı. Carlie'nin ruhu çekilmiyor, bedeni yıldızın içinden başka bir boyuta aktarılıyor gibiydi. Derin bir nefes almaya çalıştığında nefes alışları değişmişti. Etraf gerçekten değişmişti. "Lydia..." diye inledi dostunu ararken. Garip hissediyordu. Bulunduğu konumda sendeledi ve manzaranın güzelliği nefesini bir kaç saniyeliğine kesti. Ona nefes almasını hatırlatacak dostunu göremiyordu. Bir adamı gözlerine kestirdi. Ufak tefek bir cin kadardı. Ancak çirkin sayılmazdı. "Beni takip edin güzel öğrenciler." dedi ve ilerlemeye başladı adam. Carlie ufak tefek adamın arkasından istifini bozmadan yürümeye devam ederken, kendini bir sığınağın içinde buldu. Kurumuş kemikler etrafa dağılmıştı. Çürük bir bedenin kokusuyla etraf dolmuştu. Şaşırtıcı derecede aydınlık olan bu sığınak gibi yerde garip bir şeyler vardı. Ufak adımlarla etrafı incelerken öğrencilerin en arka kısmında kalmıştı Carlie. Bir ses duymuştu sanki, adımlarını hızlandırıp öğrencilerin arasına girdi. Aradan göz ucuyla gördüğü resimler içini karartmaya yetmişti. Ama başı dik bir şekilde yürümeye devam edecekti. Tüm öğrencilerin adımları büyük yuvarlak bir salona vardıklarında durdu. Genç cadıda kendini onlara göre ayarladı. Loş ortamın verdiği his git gide karanlıklaşıyordu. Odanın ortasında bulunan yıldız kümelerinin önlerinde öğrencilerin duracağı yerler vardı. Asası elinden uçup gidene kadar, asasını elinde tuttuğunun farkında bile değildi. Şimdi ise onu yıldız kümesinin etrafında dururken görüyordu. Şuan durduğu yerin kendine ait olduğunu yıldızı ile arasındaki bağdanda anlıyordu. Küçük adam ortadaki bölüme yerleştiğinde bir kaç sözcük fısıldamaya başladı. Sanki bir kehanetti bu. Sesi giderek yükseldiğinde Carlie neler olduğunu anlamak istercesine adamın kim olduğunu çözmeye çalışmayı denedi. Sözlerde tanıdık gelen bir şeyler vardı belkide. Ya da belki bir yerde okumuştu bu cümleleri. Astronomiyle neyin ilgili olabilirdi ki? "Mayalar!" dedi coşkulu bir şekilde. Sesi belki gereğinden fazla yüksek çıkmıştı. Kendini anında gülerek susturdu. Bu ortamda gülmesi garip gelebilirdi belki. Çünkü kendini karanlığa boğulmuş hissediyordu ve kızın üzerinde parlak aydınlık, karanlığın içinde küçük bir nokta gibi görünüyordu. Adam sözlerine kollarını açarak devam etti, etti ve etti. Ardından etrafta küçük bir bulut belirdi. Gittikçe büyüyen bu bulut öğrencilere doğru süzülmeye başladı. Carlie'nin içini ele geçirdi ve kız büyük bir güçle hırpalanıyormuşçasına savruldu. Etraf garip bir şekilde karanlığa gömüldü. Ortam artık loş değildi karanlıktı ancak genç cadı hareketle bir yerden, bir yere gidebildiğini hissediyordu. Her şey bir kaç saniyeliğine durdu. Etraftaki ışık belirmeye başladı. Yıldızı yerdeydi. Gülümsemeye çalıştı, yere eğilip yıldızını daha çok içinde hissetmek istedi. Ama gülümseyemedi, yıldızına doğru eğildi ona dokundu ama gülümseyemedi! İçinde hissettiği yıldıza bir gülücük gönderemedi. Yüzü gerilmişti. Sanki yüzünü güneş günlerce yakmış ve en sonunda kurutmuştu. Hiç bir yüz hattı hareket etmiyordu. Ağzını kıpırdatmaya çalışıyordu ama kıpırdatamıyordu. Vücudundaki hareketler bile anlamsız geliyordu. Gerçekte zaten bembeyaz olan yüzünün şimdi porselen gibi görümdüğüne emindi. Yıldızı birden daha güçlü bir şekilde parladı ve bulunduğu yerden daha fazla havalandı ve kıza sanki beni takip et dercesine göz kırpmıştı.
Yıldız bir süre genç kızı kuru kuru yürüttükten sonra durdu ve ışığını hafifçe kısıp, tekrar yüksek bir enerjide parlattı. Önünde bir engel vardı. "Ayın kadim koruyucusu." diye mırıldandı hiç tanımadığı aziz bir ses. Carlie adımını geriye doğru attı ve gözleri ayın kadim koruyucusunu incelemeye başladı. Sanki tüm binaların birleşimi gibiydi. Kartal başı Ravenclaw öğrencilerine, Yılan dili Slytherin öğrencilerine, porsuk ayakları Hufflepuff'a ve en büyük bölümü olan aslan gövdesi Gryffindor'a hitap ediyordu. Onu geçmeleri mi gerekecekti? Ayın kadim koruyucu onları sonsuza dek burada kalmaları için kutsayacak veya dünyaya ait oldukları yere gitmelerini mi isteyecekti? Ne olursa olsun Carlie kendini yıldızıyla bir bütün halinde görüyor ve kendini çok güçlü bir şekilde buraya ait hissediyordu.
| |
|
Ruidoso de'Maréa Müdür Yardımcısı & SYB Profesörü
Mesaj Sayısı : 153 Kayıt tarihi : 13/11/10
| Konu: Geri: Carlie, written in the stars. Cuma Kas. 19, 2010 11:26 pm | |
| Pek bir kusur görmediğim rpler ikisi de. Anlatımını sevdim. Renkler de fena değil.
Seviyeniz Efsane
İyi Eğlenceler | |
|